Peyami Safa Biz Insanlar Pdf 48 [EXCLUSIVE]
LINK >>> https://urllie.com/2t7nnu
Peyami Safa'nın Sözde Kızlar adlı romanı Sabah gazetesinde tefrika edilmeye başlandı. Fakat gazetenin kapanması ile tefrika yarım kaldı. Kitap olarak ilk Orhaniye Matbaasında basıldı. Peyami Safa bu romanında yozlaştırılmış Batı kültür ve yaşamına eleştirel bir üslupla yaklaştı. Bu tarz bir hayatı benimseyenlerin vatanlarının işgal edilmesini bile umursamayıp keyfi bir yaşam sürmeleri romanın ana konusu olurken, asıl işlenen Doğu-Batı arasındaki kültürel çatışmalar ve bunun insanlar üzerine olan etkisidir.[76]
Romanlarındaki kadın karakterlerin benzer özellikleri vardır. Seçtiği kadın kahramanların genel olarak ruhsal ve fiziksel durumları ile toplum içindeki sosyal konumları büyük benzerlikler göstermektedir. Birbirlerine düşünsel ve yaşamsal olarak uzak olan kadın karakterler arasında piyano çalmak tarzında benzer davranış ve hevesler dikkate değer bir saptamadır. Kadın kahramanlar genel anlamda ruhsal olarak sinirli ve hassas kişiliklere sahip insanlardır. İstenmeyen ve aniden gelişen olaylara büyük tepki gösterirler. Bu tanımın tam tersi özelliklere sahip kadınlar da romanlarında görülmektedir fakat sayıları azdır. Kendisinden nefret eden kadınların sayısı da azımsanmayacak düzeydedir. Bir Tereddüdün Romanı'nda Vildan, Yalnızız'da Meral ve Sözde Kızlar'da ise Belma kendisinden nefret duyan başlıca kadın karakterlerdir.[84]
Peyami Safa hikâyeleri konularına genel olarak dört ayrı tasniften oluşmaktadır. Peyami Safa ilk olarak savaşlar silsilesiyle Türk toplumundaki etkileri ve ahlaki çöküntülerini işledi. Bu tarzdaki hikâyelerinde eşlerini aldatanlar, hırsızlar, dolandırıcılar ve dejenere olmuş insanlar geniş bir yere sahiptir. Peyami Safa İkinci olarak sevgi ve aşk temasını ve kadın-erkek ilişkilerini, üçüncü olarak az sayıda milliyetçi duyguları ve son olarak da bu üçü dışında kalan hayatın farklı yönlerini hikâyelerine yansıttı. Bütün romanlarında mekan olarak İstanbul'u seçen Peyami Safa, hikâyelerinde de ağırlıklı olarak bu tarzını sürdürdü. Genel anlamda romanlarıyla benzer özellikler taşıyan bu hikâyeler romanlarının bir prototipi olarak görüldü.[91]
19 FATİH - HARBİYE 19 fıtili açık kaldığı için tütüyor, isli şişeden sarı ve çürük bir ışık geliyordu. Neriman ayaklarının ucuna basarak merdiven başına geldi, idareyi eline aldı, önüne bakarak ve merdivenleri gıcırdatmamak için bir eliyle tuttuğu tırabzanlarla vücudunun ağırlığını payiaşarak birkaç basamak çıktı. Biraz durdu ve başını kaldırınca, merdivenin dönemeç yerindeki küçük boşlukta, bembeyaz bir şekil gördü. Birdenbire bütün vücudu korkuyla irkilmişti. Bir basamak geriye indi ve gözleri babasının gözleriyle karşılaşınca başını önüne eğdi, kaldı. Faiz Bey orada, beyaz takkesi ve beyaz entarisiyle hareketsiz duruyor, ona bakıyordu. Neriman basamağı çıkmak kuvvetini bulamadı, fakat orada durdukça bayılacak gibi oluyordu. Uçurumun kenarında bir tepeye tırmanan insanların gayretiyle bütün kuvvetini topladı, birkaç basamak daha çıktı, babasının önünden geçtikten sonra hızla atıldı, iki basamağı birden atlayarak sofaya geldi, kapıdan küçük bir aralığa girerek yatak odasına koştu, kapıyı kilitledi ve evvela soyunmadan kendini yatağa arka üstü bıraktı. Faiz Bey, Neriman'ın arkasından biraz baktıktan sonra, basamakları ağır ağır çıkmıştı. Sofada, yerde, gözüne bazı kağıt parçaları ilişti. Oda kapısına bıraktığı küçük lambayı alarak yere eğildi; bu kağıtları avucuna aldı ve doğrularak baktı. Bunlar, kimi bir iğne topuzundan biraz daha büyücek, kimi ince hir kurdele parçası gibi uzunca, renkli,kağıtlardı. Epev düşündükten sonra Faiz Bey bunlara "konfeti ve serpantın" dendiğini hatırladı. Yatak odasına girince gene ayakta epeyce durdu. Avucunu sıkıyor ve renkli kağıtları buruşturarak bir şey dinler gibi etrafına bakıyordu.
32 GALATASARAY'dan Tünel'e doğru yürüdüler. Neriman Beyoğlu'na çıktığı vakit, halis Türk mahallelerinde oturanların çoğu gibi, kendini büyük bir seyahat yapmış sanırdı. Gene Fatih uzakta, çok uzakta kaldı. Tramvayla bir saat bile sürmeyen bu mesafe, Neriman'a Efgan yolu kadar uzun görünürdü ve Kabil'le New York arasındaki farkların çoğuna İstanbul'un iki semti arasında kolayca tesadüf edilir. Bir İstanbul kızı olduğu için Neriman'ın bu farklar karşısındaki hayreti azalmıştı; fakat bir zamandan beri kendisinde yeni bir hayatın iştiyakı ve yeni bir medeniyetin şuuru uyanınağa başladığı için bu farkların her birine ayrı ayrı dikkat etmekten hoşlanıyordu. Bir ıtriyat mağazasının camekanı önünde durdular. Burada herşey, tek başına konmuş zarif bir küçük şişenin tatlı mavisi, kırmızı ipek bir püskül, siyah kadifelerin arasında gizlenmiş ampulün yumuşak ziyası, bir gümüşün parıltısı... Gözleri ayrı ayrı çekiyor ve zaptediyordu; burada herşey, rahat ve mes'ut insanların kullanmayı adet ettikleri eşyaydı; burası, aynı zamanda, bir insanın ne kadar mes'ut olabileceğini hissettiren imkanlara doğru açılmış pencereydi. Neriman burada her duruşunda, bu pencereden onların saadetini imrenerek seyrediyordu. ı
47 FATİH - HARBİYE 47 olarak bu eve gelebilir ve herkesin paylaştığı müşterek bir saadet içinde, Neriman, vicdan azabı duymadan mes'ut olabilirdi. Fakat ne idi, arasıra Neriman'ı yakalayan o kuwetli arzu ki bunların hepsine karşı nefret, isyan uyandırıyordu. Gözleri lamba şişesinin içinde yanan fıtile daldı ve e peyce düşündü. Fakat muhakeme etmiyordu. Birbirine zıt bir takım hayaller gözünün önünden geçiyor ve kendiliklerinden bir sürü mukayese unsurları teşkil ediyorlardı: Fatih sokakları, Beyoğlu caddesi, başörtülü kadınlar, sarıklı adamlar, otomobiller, şahnişleri çarpılmış, kaplamaları çatlamış tahta evler, karanlıklar, helvacı sesleri, apartmanlar, kuwetli elektrik ışıkları, Maksim salonu. Şinasi'nin odası, yerde notalar, Şinasi'nin kabarık saçları, sinemada gördüğü Avrupa salonları, insanlar arasındaki ince münasebetlere ait bir çok intibalar, büyük bir kilise kapısı, Beyoğlu'ndaki kapalı çarşılar, yüksek taş binalar arasında şerit kadar ince bir mavi hava görünen sokaklar, Fatih Camii'nin avlusu, ezan sesleri, yangın korkulan, beşik gıcırtısı... Birdenbire, silkindi. Kucağına ağır bir şey düşmüştü. Göğsünü hemen geriye çekti ve korku ile önüne baktı: Sarman; hanımının bu gaflet dakikalarını fırsat bilmiş gibi yakındaki minderin üstünden kucağına atlamıştı. Vücudunu bu kucağın çukuruna tamamı tamamına yerleştirdi, tartop oldu, başını kendine gömdü ve derhal ınırtayarak uyudu. Ne zamandır, Neriman bu kediyi de okşamaz olmuştu; Sarman da Faiz Bey, Şinasi ve Gülter kadar hanımının son zamanlarda başkalaştığını anlıyor ve onun yanına sokulmuyordu. Bu gece hanımında eski hallerini gördü ve kucağına atlamakta çok tereddüt etmedi.
57 FATİH - HARBİYE 57 yanınca, azalan varidatına göre daha sade bir yaşayış temini düşündü, Gülter'i muhafaza ederek öteki hizmetçilerin kimini savdı, kimini evlendirdi. Fatih'teki bu eve taşındılar. O vakit Neriman on beş yaşında idi ve Süleymaniye'deki kız lisesine girdi. Orada Şinasi'nin kız kardeşi Nezahet'le tanıştı. Aynı semtte ve aynı mahallede oturdukları için mektebe beraber gidip gelrneğe başladılar. Faiz Bey biraz ney çalardı. Nezahet'in kardeşinin kemençe çaldığını öğrenince onunla tanışmak istedi. O tarihten sonra Şinasi, Nerimanlara sık sık gelip gidiyordu ve o gün bugün ailenin bir ferdi gibidir. Faiz Bey, Şinasi'yi oğlu gibi sever. Evvela bir erkek evladı olmasını çok istediği halde olmadığı için; ikincisi de, Şinasi'nin tabiatları Faiz Bey'i meftun etmişti; başkalarına Şinasi'den bahsederken Faiz Bey'in ekseriyetle kullandığı tabirler şunlardı: - Sessiz, haluk, fevkalade terbiyeli, fıtraten asil bir çocuk, büyük bir rikkatli kalbi var. Hissiyat-ı aliye sahibi, hem de bir kemençe çalıyor, yakında en büyük esatizei musikiye arasında ismi geçecek. Dinlerken gözlerim yaşarıyor. Ben bu çocuğa meftunum doğrusu. Faiz Bey'le Şinasi arasında mizaç benzeyişleri pek çoktu: İkisi de, şiddetli his feveranları halinde bile sessizliklerini muhafaza edebilen ve yalnız kendi kendilerine mahrem olmasını bilen insanlar. Başkalarının tecessüsünü hissettikçe kapanan ruhları içinde mahsurve bunun azabını ve şerefini duydukları için vakur ve muztarip bir görünüşleri var. İkisi de şarka ait birçok şeyleri, Şinasi alaturka musikiyi, Faiz Bey tasavvufi edebiyatı çok seviyorlardı. Sık temaslarla, birbirlerinin malumat ve ihtisaslarını mübadele ettiler.
66 66 FATİH-HARBİYE -Babamın seni göreceği gelmiş, uğramıyorsun. "Şinasi'yi çağır!" dedi, hem sıkı sıkı tembih etti. Birkaç adım daha yürüdüler. Şinasi cevap vermedi. Aralarında maddi mesafe değişınediği halde, bu sükı1tuyla çok uzaklara kaçıyor gibiydi. Neriman onu kolundan tutup kendine çekmek istiyordu; ve bir uçurumdan yükseliyor gibi sinirleri gerilmiş, parmakları kasılmış bir elle ceketinin kolunu çekmek, tırnaklarını etine geçirmek, canını yakarak, onun üstündeki temellük hakkını kaybetmediğine inanmak ihtiyacındaydı. Bu seferki arzusu, Şinasi'nin küçük sebeplerle başka taratlara sapan dikkatini zaptetmek için değildi; belki pek mühim sebeplerle uzaklaşan bir alakayı tutmak istiyordu. Fakat bu sefer korkuyordu, yolda giden herhangi bir yabancının koluna girecek gibi korkuyordu. Bunu yapmadı, fakat yanına sokuldu, bu zilletini öfke ve tahakkümle telafi etmek için bağırdı: -Bir şey söylemiyorsun. Senin halin nedir böyle? Şinasi, Neriman'ın sesindeki bütün perdeleri, mübalağa ile ifade edilmiş küçük bir teessürden hakiki ve büyük bir feverana giden ses merdiveninin her hasarnağını bilirdi. Neticeyi şimdiden görüyordu. Fakat Şinasi, ekseri zamanlar en son mecburiyet anı gelmedikçe hiçbir münakaşayı kabul etmeyen ve muarızın hücumlarına içinden cevap vererek yalnız kendi kendine karşı hesap veren insanlardandı. Neriman'ın daha ileriye gideceğini anladı ve ruhi nizarnını bozacak tesiriere karşı benliğinin etrafında istihkamlar yapmaya başladı. Bununla beraber sinsi ve mürai değildi, gizlenmesini sevdiği halde başka türlü görünmekten nefret ederdi. Kederinin derecesini tahrif etmeden, samimi bir sesle cevap verdi: 2b1af7f3a8